Caddelerinden geciyorsunuz, sokaklarindan... Oyle, sadece geciyorsunuz.
Sonra hep en civiltili meydanlarinda, ilk birkac gunde hosunuza gidivermis mekanlarinda vakit gecirmeyi surduruyorsunuz. Arka sokaklar, karanlik mahalleler sizden uzakta kaliyor.
Gozde magazalarindan alisveris yapiyorsunuz.
Suslu puslu, goz alici ve fakat "donmus" bilgilerin-esyalarin sergilendigi muzelerde dolasiyorsunuz.
Turistik kuluplerdeki sorunsuz ve ne garip ki ayni zamanda "ruhsuz" folklorik gosterileri izliyorsunuz.
Sonra bir sabah...
Valizlerinizi alip otelin kapisina koydugunuzda...
Hani hemen havaalanina mi gitsem, yoksa on dakika daha suralarda dolassam mi, diye icinizden gecirdiginiz o anda fark ediyorsunuz ki, siz aslinda sehri hic gormemis, su ilik bahar sabahi etrafa yayilan egzos ve cicek kokusu karismis atmosferini dogru duzgun hic icinize cekmemissiniz!
Yani basinizda valizleriniz, onunuzdeki kaldirimda sehrin sakinleri islerine guclerine kostururken, oracikta, anliyorsunuz ki, bu sehri ilk kez "gercekte nasilsa oyle" goruyorsunuz!
Oyledir, hep giderayak gercekten tanisilir; hep tam ayrilirken taraflar birbirini tanir...
Siz bu sehirde yasadiginiz hos yabanciligin tatlarindan yavas yavas uzaklasip gercekle yuzlesmeye baslamanin sapsalligini yasarken cagirdiginiz taksi otelin kapisina yanasiyor.
Sofor bagaji acip, valizleri yerlestiriyor.
Simdi kapiyi acip arka koltuga oturacaksiniz. Biraz sonra havaalaninda olacaksiniz. Sonra da ulkenize dogru ucacaksiniz.
Bir de su ihtimal var tabii!
Sabah gunesi gozlerinizi kamastiracak!
Onunuzden gecen otobusun caminda bir cocuk size gulumseyecek, caniniz yakinlardaki bir kafede mis gibi kahvenin yaninda kruasan atistirmak isteyecek birdenbire...
Sofore "vazgectim havaalanindan, beni sehrin en merkezi yerinde bir otele gotur" diyeceksiniz.
Siradan flort bitecek, ciddi iliski baslayacak.
Ama bir seyi unutacaksiniz; unutmak isinize gelecek handiyse...
Neyi mi? Yine de ve her seye ragmen o sehirde yabancisiniz, yabanci kalacaksiniz...
***
Nereden nereye...
Gecen gun genclerle konusurken laf bir yere geldi, biri soyle dedi: "Annemle babamin birbirlerine duyduklari sevgi mi nefret mi anlayamiyorum?"
Otekiler pek tanidik bir sey anlatiliyormus ifadesiyle bilmis bilmis gulumsediler.
O sozlerini surdurdu: "Bir acidan bakarsan surekli mucuk mucuk haldeler ama biraz isler ters gittiginde iclerinde birbirlerine karsi muthis bir guceniklik ve hinc besledikleri ortaya cikiveriyor. Mumkun olsa bir kasIk suda boguverecekler birbirlerini; cok sasiriyorum."
Bir baskasi atildi: "Benimkiler de oyle" dedi. "Onca yildan sonra birbirlerine feci alismislar ama sanki iclerinde birbirlerinden daha da uzaklasmislar..."
***
Onlar gittikten sonra dusundum.
Ask ozel bir sey... Butun ucurumlarin uzerinden ucarak geciyor. Bazen epeyce uzun suruyor bu ucus.
Yogunlasmis sehvet de oyle... Bazen penis kopru kuruyor ucuruma, bazen tenlerden bir ucurtma yapiliyor...
Ama is "birlikte yasamak"sa, evlilikse veya benzeri iliskilerse...
Bu ucurumu gormezden gelmek ya curumeye ya da gizli hinclara kapi aciyor.
Sevmek, sevdigini (yabanciyi) hapsetmeye, hatta onu zamanin asitiyle dolu bir kuvete yatirip eritmeye donusmusse, felaket!
Kurbanla cellat birbirine benziyor o zaman; karisiyor, karistiriyor.
Sunu kabullenmek zorundayiz: Sevmek, aynaya degil, bir baskasina bakmaktir...
Biz birbirimizi yabanci oldugumuz icin seviyoruz.
O "yabanci"ligi oldurdugumuz zaman yerini gosterisci sevgi masallari ve vicik vicik yalanlar aliyor.
Haşmet Babaoğlu